4 Aralık 2016 Pazar


YENİFİKİR KURYE PTT POSTA EMAIL EPOSTA



OTURDUĞUM YERDEN EPOSTA YADA WHATSAPP İLE TANINMIŞ BİRİLERİNE Bİ MEKTUP YAZAYIM (SİYASETÇİ, SANATÇI, SPORCU, GAZETECİ VS) VE

BİR İNTERNET HİZMET FİRMASI BUNU PRİNT ALSIN ZARFA KOYSUN VE ÜNLÜNÜN ADRESİNİ DE KENDİ BULUP BENİM ADIMA KURYE İLE GÖNDERSİN VE

SONRA TESLİM EDİLDİ BELGESİNİ BANA EPOSTA YADA WHATSAPP İLE GERİ GÖNDERSİN !!



SEBEP?



ÇÜNKÜ ÜNLÜLERİN ÇOĞU YA İLETİŞİM BİLGİLERİNİ AÇIKLAMAZ YADA AÇIKLASA BİLE NE EPOSTA NE FACEBOOK VS GELEN MESAJLARINI OKUMAZLAR VE SONUÇ OLARAK ÇOĞUNLUKLA ULAŞILAMAZ DURUMDADIRLAR.


BU YENİ HİZMET İLE NE OLUYOR? ULAŞILABİLİYORLAR…



BU HİZMETİ VEREN FİRMA İSE TABİ Kİ MÜŞTERİYE CİDDİ BİR MALİYETLE DE OLSA (KURYE MASRAFI + MUHTEMELEN Bİ O KADAR HİZMET BEDELİ = TAHMINEN EN AZ 20 TL / GÖNDERİ ÜLKE İÇİNDE İSE…



AMA YİNE DE HAYRANLARI TANINMIŞ BİRİLERİNE ŞU YADA BU SEBEPLE ULAŞABİLMEK İÇİN BU MALİYETE DÜNDEN RAZI OLABİLİR YANİ OLACAKLAR AZ DEĞİLDİR ..



TABİ TANINMIŞ BİRİLERİNİN BU GÖNDERİYİ ELİNE ALIP OKUYACAĞININ GARANTİSİ YOK AMA EN AZINDAN ONA ULAŞTIĞINA DAİR BELGE VE BÖYLECE GÖNDERİCİDE RAHATLAMA HALİ OLACAKTIR VE ÜSTELİK EN AZINDAN  BU İŞİN DE CILKI ÇIKANA KADARKİ SÜREÇTE ÜNLÜLERİN KURYE İLE GELEN GÖNDERİYİ CİDDİYE ALIP OKUMA İHTİMALİ DE HİÇ TE AZ OLMAYABİLİR. EN AZINDAN VARSA SEKRETERİ FALAN OKUR Kİ NORMALDE SEKRETERİNE BİLE ULAŞMAK ZORDUR VS..

TABİ ÜNLÜLER BİRAZ KIRTASİYEYE BOĞULACAĞI İÇİN ŞİKAYETÇİ OLACAKTIR AMA YASAL OLARAK HERHALDE SORUN OLMAZ ÇÜNKÜ BİLDİĞİM KADARIYLA HERKESİN HERKESE KURYE GÖNDERME HAKKI VAR. AMA AYNI KİŞİ YADA KAYNAK DEVAMLI BELLİ BİR ÜNLÜYE KURYE GÖNDERSE BU TACİZ SAYILABİLİR. HUKUKİ BOYUTU İRDELENMELİ...

27 Nisan 2016 Çarşamba


VW & MITSUBISHI AND THE NEXT?




ALMOST EVERYBODY KNOWS WHAT HAPPENED TO A/M COMPANIES.

WHO DON’T KNOW, THEY MAY FEEL FREE NOT TO READ THIS. JUST WASTE OF TIME.



I AM NOT FROM THE AUTOMOTIVE SECTOR, BUT FOLLOWING UP THIS ISSUE FROM MEDIA WITH GREAT INTEREST.

THE CASE IS EXTREMELY STRANGE AND EXTRAORDINARY IN ANY CASE, BUT MY FIRST IMPRESSION AND POINT OF VIEW WAS DIFFERENT WHEN FIRST HEARD ABOUT THE INCREDIBLY HUGE AMOUNT OF FINES WHICH VW FACED IN USA IN RECENT MONTHS ABOUT FAKE CALCULATION OF CO2 EMISSION, SO ON. THIS INCIDENT WAS PRESENTED BY THE MEDIA AS AN HUGE SCANDAL.



AT FIRST, I THOUGHT THAT, THIS IS TOTALLY A POLITICAL GAME BETWEEN US AND EU OR GERMANY, SO ON. ACTUALLY, I DO STILL NOT EXCLUDE THIS OPTION, BUT MY POINT IS DIFFERENT AT THE MOMENT.

SOME MONTHS AFTER THE VW SCANDAL, I HAVE ALSO HEARD SOMETHING ABOUT RENAULT, BUT CAN NOT REMEMBER THE DETAILS, WHICH WAS APPARENTLY NOT AS SCANDAL AS VW, AS THE CASE WAS CLOSED BY THE MEDIA SOON AFTER THE INITIAL NEWS…

LASTLY, THE VERY RECENT MITSUBISHI CASE AS YOU SHOULD ALREADY KNOW IF YOU ARE STILL READING THIS.

AS FAR AS WE UNDERSTAND FROM THE MEDIA, THIS IS ANOTHER HUGE SCANDAL OF THE GLOBAL AUTOMOBILE SECTOR ABOUT CHEATING THE CUSTOMERS, PUBLIC AND REGULATORY AUTHORITIES.



PS. GERMANS AND JAPANS ARE KNOWN AS MOST STRICT, PUNCTUAL AND HONEST HARD-WORKERS AT LEAST ON THE BUSINESS SIDE TO THE OPINION OF MANY PEOPLE INCLUDING MYSELF. I SIMPLY KEEP SAME OPINION DESPITE OF ABOVE.



LET ME TELL AS A FORTUNE TELLER THAT, THE MITSUBISHI IS NEVER THE LAST ONE TO SUFFER, BUT WE WILL SEE ALMOST ALL CAR MANUFACTURERS BEING CLAIMED SIMILARLY SOON OR LATE, BUT NOT SO LATE IN ANY CASE. IF I WOULD BE AN INVESTIGATOR TYPE JOURNALIST, I WOULD IMMEDIATELY GO DEEP TO THE OTHER MANUFACTURERS AND I AM SURE THERE ARE MORE BIG FISHES THERE.



BUT, THE GROUNDS OF MY POINT (WHICH COMES SOONEST) IS THAT, THE FISHES ARE ACTUALLY INNOCENT.



SO, WHY ARE THEY CONTINUOUSLY APOLOGISING FROM EVERYBODY? BECAUSE THEY ARE IN PANIC AND CAN NOT SEE THE BIG PICTURE!



ACTUALLY THE RELEVANT EXISTING SYSTEM HAS TO BE ACCUSED. I WILL EXPLAIN IT VERY SIMPLY AND EVERYBODY WILL UNDERSTAND IT.



AS PER EXISTING SYSTEM, ALL THE CAR MANUFACTURERS CALCULATE THEIR TECHNICAL DATA INCLUDING THE CO2 EMISSION BY THEIR OWN AND DECLARE SAME TO THE PUBLIC (AT THEIR WEB SITES, CATALOGUES, ETC) BY THEIR OWN TOO! THIS IS TOTALLY AND UNBELIEVABLY IRRATIONAL AND UNREASONABLE. THIS WAY IS MAKING SOMEONE A TEACHER, AT THE SAME TIME A STUDENT OF SAME CLASSROOM ALONE, WHERE AN EXAMINATION IS HELD, THE SAME ALONE PERSON IS CONTROLLING HIMSELF/HERSELF SO THAT TO KEEP HIMSELF/HERSELF HONEST, SO ON.. YOU CAN NEVER EXPECT FROM ANYBODY TO BE OBJECTIVE AGAINST HIMSELF/HERSELF AT THESE CONDITIONS. MY NEXT AND THE LAST EXAGGERATED EXAMPLE IS THAT, IF YOU LEAVE CHOCOLATES FREE ON THE TABLE NEXT TO LITTLE CHILDREN AND WARN THEM NOT TO EAT ANY UNTIL YOUR RETURN, IT IS SURE THAT YOU SEE NOTHING ON THE TABLE WHEN COME BACK.



SERIOUSLY SPEAKING, IMAGINE THE AUDIT COMPANIES LIKE S&P, MOODY’S, ARTHUR ANDERSEN, KPMG, ETC. WHAT DO THEY DO? WHAT IS THE CAUSE AND GROUNDS OF THEIR EXISTENCE IN THE ECONOMICAL SYSTEM? THE COUNTRIES OR COMPANIES THEY CONTROL, ARE OF COURSE CAPABLE TO MAKE THEIR OWN FINANCIAL / ACCOUNTING CALCULATIONS, BUT THEY PREFER IT TO BE UNDERTAKEN BY THE AUDIT COMPANIES. HENCE, THE THIRD PARTIES FEEL COMFORTABLE THAT, AN INDEPENDENT, RELIABLE, REPUTABLE ORGANISATION HAS APPROVED THE FINANCIAL RESULTS. (OK, THE AUDITORS HAVE ALSO “CONFUSED” SOMETHING IN THE RECENT YEARS, BUT LET’S ASSUME SUCH INCIDENTS AS ACCIDENT. BECAUSE, THE SYSTEM STILL NEEDS THEM AND THEY ARE STILL RENDERING AUDIT SERVICES..)



THE SOLUTION IS VERY CLEAR AND SIMPLE IN VIEW OF ABOVE. ACTUALLY, THIS CAN NOT BE DESCRIBED AS A SOLUTION, BECAUSE, THIS IS THE NATURAL OPTION WHICH SHOULD HAVE BEEN FOLLOWED SINCE VERY BEGINNING. FOR UNKNOWN REASONS, IT HAS NOT HAPPENED.



THE SOLUTION IS, EITHER THE A/M AUDIT COMPANIES ESTABLISH “AUTOMOBILE” DIVISIONS EMPLOYING TECH PEOPLE, JUST LIKE THE CAR PRODUCERS PRESENTLY DO, OR NEW COMPANIES ARE FOUNDED TO ACT AS “TECHNICAL AUDITORS” AND NO NEED TO SAY, THE GOVERNMENTS TO ARRANGE THE NEEDFUL TO PROCEED FURTHER.



THE ABOVE IS A COMPLIMENTARY CLARIFICATION TO THE CAR SECTOR BUT ESPECIALLY THE 2 MANUFACTURERS!

31 Mart 2016 Perşembe


Yenifikir yayinevleri DİZİ FİLM SENARYO SANAT EDEBİYAT




DAHA ÖNCE DE BU HUSUSTA DÜŞÜNMÜŞTÜK (NOT ALDIK MIYDI?) AMA BİRAZ DAHA İRDELEDİK VE DİZİ SENARYO TASLAĞI YAPTIK. ŞÖYLE;



BİR YAYINEVİ DAHA ÖNCE HİÇ DENENMEMİŞ BİR REKLAM – TANITIM YÖNTEM VE SİSTEMİNİ UYGULAMAYA SOKMAK ÜZERE ÇALIŞMALARA BAŞLAR. ŞÖYLE Kİ, YENİ BİR KİTAP YAYINLANDIĞINDA BUNU ETKİN VE UCUZ YOLDAN PİYASAYA TANITIRKEN, ÇALIŞMAYA KATILACAK ÖĞRENCİLERE DE AYNI KİTABA ÜCRETSİZ SAHİP OLMA İMKANI SAĞLAYACAKTIR. ÖĞRENCİNİN YAPACAĞI, TOPLU TAŞIMA ARAÇLARINDA OKULA GİDİP GELİRKEN KENDİ DERS KİTAPLARININ YANISIRA ELİNDE YENİ ÇIKAN KİTABI DA TUTACAK VE BUNU EN ÜSTE KOYARAK DİĞER YOLCULARIN DA GÖRMESİNİ SAĞLAYACAK. KISACA OLAY BUDUR.



ESAS HEDEF METRO (BİLHASSA YENİKAPI – HACIOSMAN VE KADIKÖY-BOSTANCI HATLARI) DİĞER TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI DA SONRA….



YAYINEVİNİN BÜYÜK ORTAĞI VE CEOSU OLAN ZAT, Kİ BAKIMLI BİR BEYEFENDİ OLUP KOLLARI İSE AŞIRI KILLIDIR,

KONUYU GÜNDEME ALIR VE STRATEJİYİ BELİRLEYİP, EKİP ARKADAŞLARIYLA BİRLİKTE YOL HARİTASINI ÇIKARIR

BU AMAÇLA BELEDİYE İLE GÖRÜŞMELER YAPILIR VE VAGONLARA ÇİP TAKILIR.

ÇALIŞMAYA KATILACAK ÖĞRENCİLERE DE ÇİP TAKILIR VE MESELA 10 DEFA METROYA BİNEN VE HER BİNİŞTE EN AZ 10 DAKİKA KALAN ÖĞRENCİ, BU YENİ KİTABA ÜCRETSİZ SAHİP OLUR. DEVAM ETMEK İSTERSE BAŞKA KİTAPLAR KAZANIR VS.

BU AMAÇLA ÖĞRENCİLERE DE DAVRANIŞ EĞİTİMİ VERİLİR. YANİ METRODA VS SÖZ KONUSU KİTABI NASIL EN ETKİN VE “DOĞAL GÖRÜNÜMLÜ” DAVRANARAK TANITIMINA KATKI YAPABİLECEĞİ GÖSTERİLİR.

ÖĞRENCİLERİN EĞİTİMİN GEREKLERİNE UYGUN DAVRANIP DAVRANMADIĞI SEYYAR DENETÇİLERCE İZLENEBİLİR. BİR ÖĞRENCİNİN UYGUN DAVRANMAMASI HALİNDE BUNU TESPİT EDEN DENETÇİ KİMLİK SORARAK MERKEZE BİLDİRİR VE ÖĞRENCİ UYARILIR. UYARILAR İŞE YARAMAZSA FALAKAYA YATIRILIR (ŞAKA) (KÖTÜ Bİ ŞAKA)…



DİZİNİN KAPSAMI DA BU YAYINEVİ VE ÖĞRENCİLERİN KENDİ ARASINDA METRODA VE DIŞARDA GEÇEN OLAYLAR OLUR.



HER BÖLÜMDE YENİ BİR KİTAP KONU EDİLEBİLİR. HATTA PİYASAYA ÇIKACAK GERÇEK BİR KİTAP DA KONU OLABİLİR AMA REKLAMA GİRECEĞİ İÇİN DEVLET DİZİNİN TEPESİNE ÇÖKEBİLİR. BU AMAÇLA DA GEREKEN MAKAMLARLA GÖRÜŞÜLÜR…



TABİ ÖĞRENCİ OLMAK ŞART DA DEĞİL. 18 YAŞ ÜSTÜ HERKES YAPABİLİR. BÖYLECE KİTAP KURDU OLANLAR ÇOK KİTAP OKUR, BEDAVA OKUR, SADECE YANINDA TAŞIR Kİ ZATEN TAŞIDIĞI KİTABI DA METRODA OKUYACAKSA DAHA GÜZEL, FAZLADAN BİRŞEY DE TAŞIMAMIŞ OLUR VS.



ASLINDA DİZİ OLMASI ŞART DEĞİL DE, MİSAL HİÇ BİR YENİ UNSUR İÇERMEYEN, SADECE OKULDA YOLDA KAFEDE GEÇEN ÖĞRENCİ DİZİLERİ YERİNE BİRAZ DAHA FARKLI ORTAMLARDA GEÇEN VE DEĞİŞİK BİR ÖĞRENCİ – GENÇLİK DİZİSİ OLABİLİR VE TABİ Kİ İÇİNDE GENÇLERE MAHSUS HERŞEY OLABİLİR VS.



MİSAL BİR BÖLÜMDE BİR GERİLİM BİLİM-KURGU ROMANI TANITIMI OLABİLİR Kİ BU DA (YİNE MİSAL) ŞÖYLE BİRŞEY OLABİLİR;



AŞIRI GELİŞMİŞ BİR BİLGİSAYAR KORSANI – YAZILIM UZMANI HAİN BİR PLAN YAPARAK TÜM DÜNYADA GENÇLERİ BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZ GELİŞECEK ŞEKİLDE ÖRGÜTLEYEREK KÜRESEL BOYUTTA BİR GİRİŞİMDE BULUNUR. BİR UYGULAMA GELİŞTİRİR Kİ, HER ÜLKENİN KENDİNE MAHSUS DEĞERLERİNE GÖRE KENDİNİ UYARLASIN, EVRİMLEŞSİN VE O ÜLKEDEKİ GENÇLERİ MİLLİ VE İNANÇ DEĞERLERİNE UYGUN SÖYLEMLERLE PİRAMİT-HÜCRE YAPISIYLA (NE DEMEKSE?) ÖRGÜTLESİN. HAŞHAŞİLER GİBİ İTAAT VE GİZLİLİK, ÖRGÜTÜN ESAS KÜLTÜR UNSURLARINDAN OLSUN. VERİLEN COŞKUYLA BİRLİKTE UZUN VADELİ HEDEF OLARAK TA, İNSANLIĞIN BAŞINA BELA OLDUĞU VARSAYILAN VE ÖĞRETİLEN BİR KÜRESEL GRUBU İMHA ETME GÜNDEMİ OLSUN. BU YAZILIM SAYESİNDE HER MAHALLE, ŞEHİR VE ÜLKEDE ÖRGÜTLENEN GENÇLERDEN ÜST RÜTBELİ OLANLAR BİLAHARE KÜRESEL ÇATI ÖRGÜTÜ ALTINDA BİRLEŞEREK BU İMHA İŞLEMİNİ YAPACAKLARINI BİLİRKEN, ALT RÜTBELİLER SADECE YEREL KONULARLA MEŞGUL EDİLİR. ANCAK, TÜM ÜLKELERDE ÖRGÜTLENME GELİŞİM SÜRECİ SONUNDA YETERLİ KIVAMA GELİNDİKTEN SONRA, HER ÜLKEDEKİ ÖRGÜTLER TUHAF BİR ŞEKİLDE KENDİ ÇOCUKLARINI İMHA EDER. ÖRGÜTLENME ASKERİ TARZDA OLUP, ONBAŞILAR, YÜZBAŞILAR, BİNBAŞILAR VS VAR. İMHA GÜNÜ GELİNCE, KÜRESEL BELA SANILAN GRUP YERİNE, GÖREV YERLERİ VE ALT KADROSU SON ANDA DEĞİŞTİRİLEN ONBAŞILAR, KENDİ ALTINDAKİ 10 ÖRGÜT PİYONUNU İMHA ETSİN. GEREKÇESİ İSE CASUS OLMALARI. BU GÖREVİ TAMAMLAYAN 10 TANE ONBAŞI, YİNE ALT KADROSU SON ANDA DEĞİŞTİRİLEN, YENİ EMİRLE BAĞLI OLDUĞU YÜZBAŞI İLE BULUŞSUN. TABİ YÜZBAŞI DA ALDIĞI BENZER TALİMATLA ONBAŞILARI İMHA ETSİN. BU AŞAMADAN SONRA YÜZBAŞILARIN VE BİNBAŞILARIN VE DAHA ÜST RÜTBELİLERİN AKIBETİ DE TAHMİN EDİLEBİLİR. SONUNDA HER ÜLKEDE SADECE ÜLKE SORUMLUSU KALIR VE KENDİSİNE İSE KÜRESEL BOYUTTA TAMAMEN YENİDEN YAPILANMA OLACAĞI, CASUS SIZMALARI ÖNLENEMEYECEK NOKTAYA GELDİĞİ İÇİN BU İŞLEMİN YAPILDIĞI VE EN KISA SÜREDE ÜLKE ÇAPINDA YENİDEN ÖRGÜTLENİLECEĞİ ANLATILARAK, KÜRESEL GİZLİ TOPLANTIYA DAVET EDİLİR VE TABİ TASARRUF AMACIYLA SADECE TEK YÖN UÇAK BİLETİ ALMASI İSTENMESİNE RAĞMEN, AŞIRI İTAAT KÜLTÜRÜNDEN GELEN ÜLKE SORUMLUSU BU EMİRDEN HİÇ KILLANMAZ VE TÜYLENMEZ Kİ BU DA ONUN SONU OLACAKTIR VE NİHAYETİNDE, ESAS AKTÖR OLAN, AŞIRI GELİŞMİŞ BİR BİLGİSAYAR KORSANI – YAZILIM UZMANI HAİN PLANINI UYGULAMIŞ OLUR, YANİ KENDİSİ İNSANLIĞIN BAŞINA BELA OLDUĞU VARSAYILAN VE ÖĞRETİLEN KÜRESEL GRUPTAN OLDUĞU İÇİN, KENDİ TARAFINA KARŞI MEVCUT TEHDİDİ ÇELİĞE BENZETİRSEK, BUNU ÖNCE BİR KILIÇ HALİNE GETİRİP SONRA DA KILICI KIRIP YOKETMEK SURETİYLE TEHDİDİ EN AZ 10 YIL İÇİN BERTARAF ETMENİN GURURU İLE VİSKİSİNİ YUDUMLARKEN, BU ESNADA SIRTINDAN HANÇERLENİR, Kİ ONA MOTİVASYON VE FİNANS DESTEĞİ SAĞLAMIŞTIR, ANCAK HANÇERLEYEN ELİN SAHİBİ SEYİRCİYE GÖRÜNMEZ VE KARANLIKTA KALIR, BUNUN DA ONUN GRUBUNDAN OLUP OLMADIĞI BELİRSİZ VE TARTIŞMAYA AÇIK KALIR NE YAZIK Kİ… NE İŞE YARAR MEÇHUL AMA TEK VERİ OLARAK, HANÇERİ TUTAN ELİN DEVAMI OLAN KOL KISMEN GÖRÜNÜR Kİ AŞIRI KILLI OLDUĞU ANLAŞILMAKTADIR…


14 Eylül 2015 Pazartesi


10.11.2011

 

Platini’ye açık mektup

 

“Futbol kehanetleri”

 

ÖNSÖZ

 

Futbol üzerine herhangi bir profesyonel kariyerim mevcut değil. Basit bir futbol “hastasıyım”. Buna rağmen herhangi bir takımın fanatik taraftarı değilim ve fanatiklerden de pek hazzetmem. Çocukluğumdan beri tuttuğum bir takım vardı, ama bu küllenmiş bir mesele.

 

Genelde Türkiye’de olsun, diğer ülkelerde olsun, kurulu düzenin “ağa-babalarına” kafa tutan, çoğunlukla da hiç kimsenin şans vermediği bir takımken, birden ortaya çıkıp şampiyonluğa oynayan takımları destekleme eğilimindeyim.

 

Bununla birlikte, aslolan futboldur, futbolun güzelliğidir. Bunu yapan, seyredenleri futbola doyuran her kimse, yukarıdaki “babalardan” bile olsa, coşkuyla, hararetle seyrederim ve takdir ederim.

 

“İyi olan kazansın” diye bilinen bir deyiş var. Ben hemen her koşulda, küçük istisnai durumlar hariç, bu taraftayım.

 

Lafı getireceğim nokta şu ki; İyi olan her zaman kazanmıyor ve

iyi futbol da maalesef o kadar kolay bulunmuyor.

 

Binlerce insan tribünlerde ve milyonlarcası TV başında, çoğu kez heyecanla beklediği şeyi bulamıyor, bazen çok açık biçimde, bazen belli belirsiz bir tatminsizlik ve hatta hayal kırıklığı ile maçın son düdüğüne geliniyor. Hatta bu tatminsizlik, bazı hallerde desteklenen takım istenilen sonucu aldığında bile olabiliyor.

 

Şahsen benim için en büyük hayal kırıklığı 0-0 biten maçlarda oluyor. Bundan sonra ise 1-0 (yada 0-1) geliyor. 2-0 yada 2-1 fena değil ve tabi goller arttıkça zevk + memnuniyet doğru orantılı artıyor. Örneğin desteklediğim takımın 1-0 kazanmasındansa 4-4’lük bir beraberliği kesinlikle tercih ederim ve genelde bu mektupta yazacaklarım böyle düşünenlere yada düşünmeye eğilimli olanlara yönelik olacak.

 

Yukarıda değindiklerime uzun yıllar öncesinden beri zaman zaman kafa yorarken kendi çapımda önemli çıkarımlar yapmıştım.

 

Bulduğumu zannettiğim çareler çoktandır aşağı yukarı netleşmiş olmakla birlikte, bunları ciddi ve disiplinli bir düzene sokarak yayınlamak yönünde net bir iradem yoktu.

 

Son dönemde ise, boş kaldığım bir ara kafamda derleyip toparladım, kendime de son bir gaz vererek bu mektubu yazmaya yeltendim.

 

Bu elinizdeki bir kitap mı yoksa mektup mu? Takdir okuyanın, ama yazanın fikrini sorarsanız kısmen.. Şöyle ki;

 

Adına istinaden cesaretle (!) Platini’ye hitaben kaleme alınmıştır ama “açık mektup” olması da, “kızıma söyleyeyim, gelinim işitsin” amacını gösteriyor. Biraz daha dallandırmak gerekirse, şöyle;

 

Malum, Platini halihazırda dünya futbol kamuoyu karşısında hem ismi ve hem de konumuyla en önemli karar odaklarından biri ve muhtemelen en önemlisi.

 

Şimdi biz Platini’ye açık değil de “kapalı” (özel) yazsak, okuma ihtimali sıfır. Diğer taraftan, onun adını kullanmadan kamuoyuna yazsak ilgi görme ihtimali zayıf, ee?

 

“Ee”si, onun adını gören kamuoyu ilgi gösterecek, mektubun içeriği hak ediyorsa bu ilgi artacak, sonra Platini de okumak için ilgilenecek, okuyunca da inşallah kıvırıp çöpe atmayacak. O ilgilenince de herkes ilgilenecek. Ee, bu mantıkla herkes zaten ilgilenmişti, ki ilgisi artacak, vs. vs. (Hayal de olsa güzel)

 

Tabi bu anlamda Platini çok önemli ama başka önemliler de var. Örneğin muhtelif ülkelerin futbol federasyonları, futbol yazar-çizerleri ve TV’cileri, vb. Dolayısıyla bu “mektubu” yayınlamadan önce onlara da kopya göndermek ve hem görüşlerini almak hem de ilgilenirlerse tanıtım için desteklerini beklemek yerinde olacaktır.  

Siz bunu okurken muhtemelen bunlar da yapılmış olacak ve sonuçlarını birlikte göreceğiz. (Yada sadece yazan görecek ki bu “bu iş” yattı demektir.) (EVET, ÇOKTAN YATTI, 2015 TARİHLİ NOTUM…)

 

Önsözü bitirmeden önce belki belirtmemde fayda var. Kendimi tanıdığım kadarıyla (?) kişilik yapım şu ki, herhangi bir hususta mevcut olanı devrimcilik adına yıkarak yeniden kurma sevdalısı değilim.

Aksine geleneklere, geleneksele ve tecrübeye çok değer veririm ve hatta biraz nostaljik ve biraz muhafazakar bir yapım var diyebilirim.

Diğer taraftan, her türlü yeniliğe ve değişikliğe peşinen karşı çıkanlardan hiç değilim ve aksine tabiattaki ve kainattaki değişim-dönüşümler gibi, insan tarafından yaratılan herşeyin de daimi olarak değişmesi-dönüşmesi taraftarıyım. Yani bizden öncekilerin birikim ve tecrübelerine saygısızlık yada ukalalık etmeden, hep daha yi, daha verimli, daha faydalı olanı sonsuza kadar aramamız hepimizin menfaatine olacaktır nitekim.

 

Bu önsözü bir türlü bitirip mektuba geçemedim, ama şunları da belirtmeliyim;

 

Bu mektubu kimler okur ve ne kadar ciddiye alır bilemem ve çok da iyimser değilim, amma ve lakin ikna edecek 1 kişi bulamasam dahi, futbolun coşkusunun, zevkinin, tatmininin çok yukarılara çekilmesi yönünde, bu mektupta anlatmaya çalışacağım “çarelere” inancım çok sağlam ve nettir.

 

Daha da iddialı bir şey söyleyeyim, ki “Futbol Kehanetleri” demem bundan, burada okuyacaklarınızın en azından önemli kısmı yada benzer çeşitlemeleri er yada geç uygulanacak ve böylece futbol bugünkü konumundan çok daha yükseğe tırmanacak, fanatikleri bilmem ama futbol aşıklarını bugünkünden çok daha fazla tatmin edecek noktaya gelecektir. Bu da  böyle biline…

 

(Bu son laf Serdar Turgut tarzı oldu galiba… kendisini eskiden severdim, ama konumuz bu değil tabi)

 

İÇİNDEKİLER

 

Rahatsızlık - Teşhis;

Futboldan ne bekliyoruz - ne buluyoruz?

Tedavi;

Oyun kurallarında küçük, ama etkisi büyük değişiklikler, ama futbolun özünü, ruhunu, geleneklerini, alışkanlıklarını bozmadan…

(Öneriler burada listelenmiş, aşağıda gerekçeli açıklanmıştır.)

 

A)   “Gol artırıcı” önlemler - Oyun Kuralları:

A1) Kaleci topu tutmayacak, sadece yumruk / tokat…

A2) Köşe vuruşu 3 kademeli, topun çıktığı yere göre…

A3) Taç – ayakla (ama savunanın kendi yarı sahasında yolaçtığı taçlar)

 

B)   “Faul azaltıcı” önlemler - Ceza Kuralları:

 

B1)   Faul x 5 = Penaltı / Sarı Kart = 3 x Faul / Kırmızı Kart = Penaltı

 

B2)  Geçici / ihraçlar;                     (B1 takım, B2 ise oyuncu bazında)

       Faul ->              5 dakika ihraç

       Sarı Kart ->     15 dakika ihraç ve 1 maç ceza

       Kırmızı Kart -> 15 dakika ihraç, 3 maç ceza ve Zorunlu değişiklik

 

C)   Puanlama Önerileri:

Oyun bazında;

C1) Basit Seçenek (Gollü beraberlikte birer puan ve uzatma;

               Golsüz beraberlikte ise SIFIR puan ve uzatma)

C2) Meydan okumalı uzatma

C3) 90 dk’da 3 fark olmadan maç bitmez!

 

Yukarıdakilerle birlikte yada müstakil;

C4) Puan cetveli bazında öneriler

 

D)   Destekleyici Öneriler / Bağımsız Hususlar.

 

RAHATSIZLIK NEDİR?

 

Sadece şahsi bir rahatsızlık olduğunu düşünsem, tabi ki bunları yazmazdım. Sağlam inancım o ki futbolla ilgili özelde T.C.’de genelde dünyada beklenen, arzu edilen tatminin sağlanamaması, yani çok büyük kitlesel coşku aracı olan futbolun, orantılı düzeyde tatmin sağlayamamasıdır (I). Halbuki birkaç neşter darbesiyle bunu yapmak mümkün iken! İşte bu inançla yazıyorum.

 

TEŞHİS

 

Bahsettiğimiz rahatsızlık ve buna yol açan tatminsizliğe yakından baktığımızda ne görüyoruz?

 

Futbola gönül verenlerin büyük coşkuyla oluşan beklentileri nelerdir?

 

Hemen akla gelenler;

 

-         Bol gol

-         Tempo / Mücadele

-         Artistik / Estetik hareket ve hücum organizasyonları (Yıldızlar)

 

-         (ve bir de) “Bizim” takımın kazanması (Bence en son bu gelir ki;

Zaten “bizim” takım göreceli olduğundan konu dışı)

 

Bu beklentilerle stadları dolduranlar yada TV başına üşüşenler istediğini alıyorlar mı? Maalesef çoğunlukla hayır ve (yine maalesef) çoğu kez hayal kırıklığı / tatminsizlik…

 

Öyle maçlar var ki; seyredenleri mest eder, tarifsiz bir heyecan ve tatmin verir, (Mesela 4-4 biten bazı tarihi maçlar vs.) ama bunlar çok çok nadir ve bunu en üst nokta (% 100) kabul etsek, genelde elde edilen tatmin duygusunun beklentilere oranı bence % 30’lardan aşağıda seyrediyor.

 

Şu var ki, iki büyük takımın maçında sonucu da önemliyse, bu oran ve olasılığı artıyor ama böyle maçlar da doğal olarak azınlıkta ve ayrıca beklentisi yüksek olduğundan hayal kırıklığı da büyük olabiliyor.

 

Tabi hayatta her alanda olduğu gibi her şeyin iyisi – kötüsü, büyüğü – küçüğü var ve olacaktır ama burada amacımız toplam kaliteyi / toplam ortalama coşku ve tatmini yukarılara çekmektir ve bu da gayet mümkündür.

 

Çünkü efendim, rahatsızlığın altında yatan bazı olaylar – engelleyiciler var ve görevimiz bunları doğru teşhis edip ortadan kaldırmak.

 

Söylendiğine göre büyük Atatürk’e her el attığı işte başarılı olmasının sırrını sorana demiş ki; “Ben yolumdaki engelleri tespit eder ve ortadan kaldırırım, gerisi kendiliğinden gelir.” Yada buna benzer bir şekilde açıklamış durumu ve naçizane ondan feyz almaya çalışarak biz de engelleri doğru teşhis etmeye çalışalım.

 

Ancak, teşhis etmek için önce bünyeyi / organizmayı bilmek ve anlamak tabi ki çok önemli. Bu itibarla, futbol denen şeyin nasıl böyle büyük bir kitlesel coşku vesilesi alabildiğine ve nasıl olup da tüm diğer spor dallarına bu anlamda muazzam fark attığına bakmak iyi olur.

Bunu aslında sosyo–psikologların yapması yerinde olur, ama onların da önce futbol coşkusunu hissetmeleri ve yaşamaları gerekir. Aksi halde kuru teorik varsayımlardan öteye geçmez kanımca.

 

Bunları yazan bendeniz ne sosyo-psikolog ne de tescilli futbol otoritesi olmadığım halde hangi cüretle giriyorum mevzuya?

Şöyle; Misal, arabam çalışmıyor ve ben motor uzmanı değilim ama çaresizlikten kaputu açıp, orasını burasını kurcaladığımda, birkaç yerde, motorun çalışmasını önleyen fiziksel engel görüyorum. Bunları iliştikleri yerden çıkarınca da motor çalışıyor, vesselam.

Hadise bu kadar basit olmasa da, futbolun durumuna bu açıdan yaklaşmaya çalışalım bakalım!

Şakası bir yana, tabi ki olaya müdahale edecek bir uzman olsa, ben işi ona bırakmayı tercih ederdim, ama olayımızda uzmanlar herhalde “yeterince ilgilenmiyor” olacaklar ki iş bize kadar düştü nitekim.

 

Başka bir ifadeyle olayımızda “engelleyici unsurlar” bu kadar açık ortada iken niye bunlara neşter vurmazlar anlayabilmiş değilim!

 

Yukarıda, amatör sıfatla nasıl “mevzuya girme” cüretine sahip olduğumu basit gerekçesiyle anlattım. Bununla birlikte, futbolun büyüsü ve sırrı üzerine kendimce biraz daha fikir yürütebilirim.

 

Şöyle ki; Doğadaki diğer canlılar gibi, özünde insan da vahşi bir mahluktur. Hayatta kalmak için ölümüne mücadele eder.

Öbürünü yemek yada elindekini almak yada yem olmamak için, vs.

Vahşi hayvanlar boğuşur, insanlar da savaşır. Savaş tabi ki meşru – müdafaa olmadıkça alçakça bir iştir ama insanın (diğer canlılar gibi) doğasının bir yansımasıdır. Dolayısıyla insanoğlu çağlar boyu savaşmıştır ve halen devam eder. Bu arada, insanın savaşta yaptıkları yanında hayvanlar çok masum kalır, ama bu da konumuz dışında.

Gel gelelim modern zamanlara geldikçe savaşların sıklığı azalmıştır. Çağlar boyunca sürüler halinde sık sık kapışan ve bu özelliği genlerine de işleyen insanda, meydan savaşlarının azalmasıyla birlikte boşluk duygusu oluşmuştur. Böylece stadları dolduran insanlar, hep bir ağızdan bağırırken, bilinçaltında savaş naraları atmakta ve sahadaki oyuncular da sembolik olarak kapışan iki orduyu temsil etmektedir. Takımların başlarındaki hocalar da kumandandırlar. (Aslında malesef, bazen meydan savaşları stadlarda gerçekten ortaya çıkıyor ki, bu da konumuzla dolaylı ilgili denebilir ve ayrıca irdelenebilir…)

 

Diğer takım sporlarından bazılarında da benzeşen unsurlar vardır, ancak futbolun şekli-şemali, sahası, tribünü, oynanması vs. insanların bilinçaltında, meydan savaşları ile en iyi özdeşleşen bir yapıdadır. Futbolun daha yaygın olmasındaki temel bir üstünlüğü de tesis olmadan bile, her yerde ve her koşulda oynanabilir olmasıdır. Pele’nin kumaş parçalarından, vs. yapılma bir topla futbola başlaması gibi…

 

Tabi futbolun yarattığı büyülü kitlesel coşku hakkında muhtelif varsayımlar / tezler irdelenebilir, ama biz yukarıdakileri,-yeri gelmişken- bir fikir paylaşımı olsun diye yazdık. Sonuçta sebebi / kaynağı her ne ise ortada böyle bir olgu var ve aynı zamanda insanların bunu doya doya yaşamasının önünde de engeller var.

 

Yukarıdakilerden hareketle ve aşağıda irdeleneceği üzere;

 

·        Ortalama gol sayısı (bir hayli) artmalıdır!

·        Oyun zırt pırt kesilmemeli, azami ölçüde sürekli olmalıdır.

·        Bazen sırf onlar için stadları doldurduğumuz yıldızlar korunmalıdır. (Bunda FIFA ve UEFA da mutabık, ama hakemlere söylemekle olmaz kanımca; aşağıdakileri okusalar iyi olurdu?)

 

Yani, futbolun hazzını besleyen ve coşturan unsurlar; bol gol, tempolu ve sürekli mücadele, artistik – estetik hareketler ve hücum organizasyonlarıdır, ki herhalde çoğunluğun itirazı yoktur. Bunlara ulaşabilmek için neler yapacağımız hususu ise bu mektubun asıl içeriğidir ve aşağıda maddeler halinde beğeniye sunulacaktır.

 

Tersten bakarsak, futbolun coşkusunu azaltan unsurlar ise az gol (hatta Allah korusun golsüzlük; 0-0), temposuz – isteksiz mücadele, rutin – yaratıcı olmayan, dostlar alışverişte görsün diye yapılan gol girişimleri ve tabi ki oyunun devamlı kesintiye uğramasıdır.

 

Biraz daha ileri giderek ve daha kestirmeden ifade etmem gerekirse, kanaatimce futbol coşku - zevkini (taammüden) katleden unsurlar;

 

1)  Beraberlik,

 

2)  Faullerdir.

 

Neden mi?

 

* Beraberlik:

 

Yukarıda meydan savaşlarına değinmiştik. (Haddimiz olmayarak?) Burada da demek icap eder ki, meydan savaşları berabere bitmeyeceği gibi (binde bir belki, ama ihmal edilebilir) futbol maçları da berabere bitmemelidir ve bunun için ne gerekiyorsa tartışılmalı, denenmelidir! Nitekim aşağıda önerilerimiz mevcuttur.

Aynı benzetmeden hareketle, bilinç altımızda eşyanın tabiatına aykırı, yani suni bir durum oluşturduğu için, berabere biten her maç, kime yararsa yarasın büyük bir tatminsizlik ve sonsuz bir boşluk duygusu, hatta ödediği ücretin karşılığını alamayan birinin aldatılmışlık duygusu gibi sonuçlar doğurmaktadır.

 

Özünde “ya hep ya hiç” duygusu mevcut olmalı, bir kazanan ve bir kaybeden olmalıdır ki heyecan olsun, ki kıran kırana mücadele için teşvik olsun. Bu durum, nispeten “zayıf” takımın daimi aleyhine çalışacak gibi görülebilir, ancak, irdelenecek diğer hususlarla birlikte değerlendirmelidir ve ayrıca sırf bu açıdan bakınca da aksi kanaat şöyle örneklenebilir;

 

Bir kedi – köpek mücadelesinde (biri zayıf diğeri büyük takım olsun) bahis oynanacak olsa, hemen herkes köpeğe oynar. Gel gelelim, malumunuz kedi köşeye sıkıştığı takdirde, yani kaybedecek bir şeyi kalmadığı anda yüzünü köpeğe döner, kamburlaşır, güya üstüne dalmak için yay gibi gerilerek tıslamaya başlar ve bu noktada köpek duraklamak ve bazen “bırakmak” zorunda kalabilir.

Aksi halde kediyi ısırmaya çalışırken yüzüne ve gözüne pençe alabilir. Demek ki neymiş, beraberliği ortadan kaldırırsak, küçük takım, kaybedeceği bir şey kalmayacağından ölümüne mücadele edecek ve böylece belki de gizli gücü ortaya çıkarak galip gelecek…

 

Dediğimiz gibi beraberliği tamamen lağv edecek, yada daha doğru ifadeyle nihai sonuç olmaktan çıkaracak seçeneklerimiz bol miktarda mevcut olup aşağıda sıralanacaktır.

 

* Fauller:

 

Gelelim faullere. Neşter atmamız gereken diğer kötü huylu tümör de budur. Tamamen yok etmek tabi ki mümkün değil ve niyetimiz de yok ama bazı basit ve keskin tedbirlerle faul sayısını ciddi oranda azaltmak üzere caydırıcı düzenlemeler yapabiliriz. Böylece oyunun devamlı kesilmesini ve temponun düşerek seyir zevkinin katledilmesini önleyebiliriz.

 

Derler ki en iyi hakem, sahada varlığını en az hissettiren hakemdir. Katılabilirim. Bazı hakemler gerçekten oyunu çok gereksiz ve sık kesmekte ve seyir zevkine çok olumsuz etki yapmakta, bazıları ise tersini yaparak çok olumlu katkı yapmaktadır. Tabi her iki takımın futbol oynamaya odaklı olması yada olmaması da esas unsurlardandır.

 

Ancak sonuç olarak ne hakemi ne de takımları suçlayarak bir yere varamayız ve bunun yerine sistemi – düzeni sorgulamalıyız!

 

Öyle ya, kart görmediğin sürece sınırsız sayıda faul yapma hakkın varsa, bilinçli yada bilinçsiz futbol oynatmamaya odaklı isen, bir yandan karşı tarafın yıldızlarını yıldırıp sinirlendirerek marifetlerini sergilemesini engellemek, diğer yandan oyunu soğutmak üzere niye devamlı faul yapmayasın ki? Nedir caydıran? Yok!

 

Öyleyse ne yapıyoruz?

 

Beraberlik “felaketini” mümkün olduğunca bertaraf ediyoruz, gol yollarını daha açıyoruz, gol olanaklarını ve olasılığını arttırıyoruz, faulleri çok daha katı biçimde caydırıyoruz, böylece bol gollü, kesintiye uğramayan ve yıldızları yıldırmayan bir düzeni hedefliyor ve futbol seyircisi olarak hak ettiğimiz seyir zevkini amaçlıyoruz!

 

Böylece teşhisimizi anlatmaya çalıştık ve şimdi tedavi önerilerimize, yani teşhis ettiğimiz, seyir zevkini “engelleyici unsurları” bertaraf etmek için somut olarak neler yapabileceğimize odaklanalım.

 

 

TEDAVİ

 

Ara başlıklarımız şöyle;

 

A)  “Gol artırıcı” önlemler

B)   “Faul azaltıcı” önlemler

C)    Puanlama Önerileri

D)    Destekleyici Öneriler / Bağımsız Hususlar

(Futbolcu-Bonservis Borsası / Teknolojiden Faydalanmama, vb.)

 

Başlayalım;

 

A1) Kaleci topu tutmayacak, sadece yumruk / tokat:

 

Çok genç olanlar belki bilmez, eskiden kaleciler geri pasında bile topu eline alıp evirir çevirir ve çileden çıkarırdı. Sonra, kafayla geri pası hariç men edildiler ve bu çok basit düzenleme bile futbolun hakkıyla oynanması yönünde çok büyük katkı sağladı. Ay’a ayak basan Armstrong’un “benim için küçük, ama insanlık için büyük bir adım” demesini çağrıştırıyor. Ama yukardaki değişikliğin yapılabilmesi için, tam bilmiyorum, belki “1 asır falan” beklememiz gerekti.

Bu durum bile tek başına, aşağıda bahsi geçen, “futbolu yöneten aklın” ne derecede “tutucu” olduğunu gösteriyor ve bu mektupta ele alınan önerilerin kaale alınması yönünde pek de iyimser bir mesaj vermiyor.  Ama olsun, biz yazalım bakalım…

 

Şimdi daha ileri gidiyoruz. Kaleciler kusura bakmasın, bundan sonra topu yumruk ve tokatlamak dışında elle temas yok!

Ama ille de topu kucaklamak isterse ölüm yok ucunda, korner var.

 

Böylece topun oyunda kaldığı süre uzayacak, özellikle kale civarında ve hazır gol kokusu varken, kaleciler rakipten etkisiz ortalarla gelen yumuşak topları, vs. kucaklayamayacağından oyun kesilmeyecek, pozisyon ve heyecan devam edecek, tabiatıyla gol olasılığı artacak.

 

A2)   Köşe vuruşu 3 kademeli:   (Karikatür-Şema ile gösterilecek) (ÇIKMAZ AYIN SON ÇARŞAMBASINDA….)

 

Köşe vuruşları tek noktadan değil, topun çıktığı yere göre 3 ayrı noktanın birinden yapılacak.

 

i)            Klasik Köşe Vuruşu: Top köşe gönderine yakın yerden dışarı çıkarsa, klasik yerinden köşe vuruşu,

 

ii)           Orta(boy) Köşe Vuruşu: Top, ceza sahası çizgisinin aut çizgisine birleştiği nokta (*) ile altı pas çizgisinin aut çizgisine birleştiği nokta (**) arasından çıkarsa, köşe vuruşu (*) noktasından,

 

iii)         Kısa Köşe Vuruşu: Top kalenin üstünden yada kale yan direği ile (**) arasından dışarı çıkarsa, köşe vuruşu (**) noktasından.

 

Böylece (A2) ile ne yapıyoruz?

Tabiatıyla köşe vuruşları kaleye yaklaştıkça gol tehlikesi de artacak. Köşe vuruşu bir anlamda, savunmadaki takımın topu sahadan dışarı atmasına karşılık bir bedel olduğuna göre, top kaleye ne kadar yakın yerden çıkarsa o kadar büyük bir tehlikeyi bertaraf etmiştir ve böylece bedeli de (karşı takımın gol olasılığı) orantılı artacaktır.

 

A3)   Taç – ayakla: (Savunanın kendi yarı sahasında yolaçtığı taçlar)

 

Bu konu zaten gündeme gelmişti. Önerimiz ise “melez uygulama”. Bence taç atışları, savunmadaki takımın topu (yandan) dışarı atarak oyunu kesmesine karşı yeterince ve gereğince caydırıcı değil. Ayakla kullanılırsa daha hakkaniyetli olur ve gol olasılığını da artırır. Ancak hücumdaki, yani karşı yarı sahadaki takımın oyuncularından top dışarı (yandan) çıkarsa, bu eylemin oyunu kesme niyetiyle değil, istem dışı olduğu varsayılabilir ve dolayısıyla bu hallerde klasik yöntemle, yani elle taç atışı yapılması hem makuldur, hem de sonuçta futbolun bir geleneği olduğu için muhafaza edilmesi yerinde olacaktır.

Özetle bir takım topu kendi yarı sahasından taça gönderdiğinde, karşı takım bunu elle değil ayakla kullanacaktır!

 

B) “FAUL AZALTICI” ÖNLEMLER

 

Evet, keyfi ve fütursuzca yapılan ve özellikle de bir taktik unsur olarak kullanılan faulleri sert bir şekilde caydırmalıyız ki oynamak isteyen taraf topunu oynasın ve biz de seyredelim. Dolayısıyla;

 

B1)   (Takım bazında sayılır)               Faul x 5 = Penaltı.

                                                        Sarı Kart = 3 x Faul.

                                                        Kırmızı Kart = Penaltı.

 

Not: Yukarıdaki 3’ler, 5’ler çok önemli değil, herkes farklı bakabilir. Önemli olan, bir şekilde ve münasip bir yolla, yapılan faul sayısının bir unsur olarak sisteme sokulmasıdır.

Bunun örnekleri B1 yada B2 yada farklı yöntemler olabilir.

 

B2) (Oyuncu bazında sayılır)               Geçici ihraçlar;

 

       Faul ->              5 dakika ihraç

       Sarı Kart ->     15 dakika ihraç + 1 maç ceza

       Kırmızı Kart -> 15 dakika ihraç + 3 maç ceza + Zorunlu değişiklik

 

Not: Her ne kadar şahsen, kasıtlı sertliğin en katı bir şekilde caydırılması taraftarı olsam da, kırmızı kartla birlikte takımın daimi eksik kalması tüm oyunun kimyasını bozmaktadır.

Dolayısıyla daimi ihraç yok ve yukarıdaki listeye esasen

“geçici ihraç” yada “zorunlu değişiklik” var.

 

Her faul yapanın 5 dk geçici ihracı bazılarına ilk bakışta önemsiz görünebilir, ama dakika başı faul yapan bir takımın sahadaki oyuncuları (Platini beni dinlerse, bundan sonra biraz zor tabi) belli dönemlerde fena halde azalabilir, ki bu da (oynamak isteyen) diğer takımın gol olasılığını anında artıracaktır.

Kırmızı kart gören sahayı terk edecek ve 15 dk sonra yerine yedek oyuncu girecektir.

 

 

Diğer Not / Basketbola ve futbolun “dişi tarafına” atıf, vs.;

 

Aslında, belli bir limitten sonraki her faul yapanın 5 dk geçici ihracı da düşünülebilir, ki bu noktada artık iyice basketbolun kurallarına özeniyormuşuz gibi yanıltıcı bir durum sırıtabilir. Şahsen her ne kadar “basketbolu yöneten aklın” tarihsel olarak futbolunkinden daha üst düzey olduğuna inansam da (ve bu cümle ile Platini’yi tamamen kaybetmemiz olası olsa da), buradaki öneriler asla basketten uyarlama değildir. İnanın ki basketbola özenmeden, bağımsız düşündüm ve vardığım sonuçlardan bazıları kendiliğinden baskete benzedi. Bu durum da, farkında olmadan benimle aynı çözümlemeleri yaptığı için (!) “basketbolu yöneten aklın” daha üstün olduğunu ispat etmektedir kanımca.

 

Bu noktada azcık şakayla karışık ifade etmeye çalıştığımız husus şu ki, her oyunun kendi doğası var ve öyle ithal edip yamamakla olmaz. Kimilerine göre de futbolun doğası, kurallarının azami ölçüde basit olmasını gerektirmektedir, ki kısmen tamam derim, ama diğer taraftan, futboldaki bir ofsayt kuralının karmaşıklığı –itirazım olduğundan değil- buna çok ters bir örnektir ve zaten bu mektuptaki önerilerimizi bir paket halinde düzenlerken temel iddiamız da futbolun doğasını – ruhunu bozmadan bir şeyler yapılabileceğidir, vs.

 

Yeri gelmişken, ofsaytın ne olduğunu bir erkeğin bir kadına anlatmaya çalışması hayattaki en zor uğraşlardan biridir ve tahminim bunu gerçekten anlayabilecek kadınların oranı % 1’i geçmez, ama bu kadınlara bir eleştiri değil, tespittir…

(Günümüzde kadınların futbola ilgisi ve katılımı çok arttığı için, yukardaki tespit biraz “geri kafalı” kalmış görünebilir, ama halen büyük ölçüde ve tabi ki futbol seyircisi olmayan kadınlar anlamında geçerlidir. Özellikle feministleri kızdırmamak için tersini de itiraf etmek gerek ki, misal iki kadın bir elbisenin tasarımı hakkında konuşurken bir erkek ne kadar anlayabilirse yukardaki de o kadar olabilir diyebiliriz.)

 

 

C) PUANLAMA ÖNERİLERİ

 

Şimdiye kadar önerilen hususlar tek tek yada hep birlikte uygulanabilir niteliktedir. Bu bölümdekiler ise genelde seçmeli – seçenekler olarak alınabilir.

 

Aslında bu bölümde belirtilecek olanlar da “gol artırıcı” önlemlerdir, ama farklı bir yaklaşımla. Bir de aynı zamanda “beraberlik” denen “felakete” karşı düşünülmüştür.

 

C1) Basit seçenek:

 

90 dk sonunda eşitlik varsa taraflar birer puanı cebine koyduktan sonra maç uzar, gerekirse penaltılara gidilir (aynen elemeli maçlar gibi) ve kazanan +1 puanı yani toplam 1 + 1 = 2 puanı alır. Diğer takım da 1 puanı almıştı. (Toplam puan 3’tür ve bu paylaşılmalıdır, 0-0 hariç)

 

Not: Duyduğuma göre (Sn. Atilla Gökçe 2010’da TV’de anlatmıştı) Arjantin’de bir ara galiba alt liglerde benzeri uygulanmış ve sonuçta beğenilmeyip son verilmiş. Bunu duyunca hem sevindim, hem üzüldüm ama buna rağmen faydalı olacağına olan inancım hiç sarsılmadı. Nasıl uyguladıklarını incelemek ve irdelemek iyi olur ama muhtemelen bir yerlerde bir şeyleri yanlış uyguladılar yada yanlış değerlendirdiler kanımca.

 

Ancak bu (C1’in) bir istisnai hali var ki, belki anlattığımız her şeyden daha önemli sonuçları olabilir. Eğer 90 dk golsüz biterse her iki taraf da avucunu yalar (2 puan buharlaşır) ve son 1 puan için uzatma ve gerekirse penaltılara gidilir. Devam edelim, yukardaki C1 bir tarafta dursun, burada değindiğimiz “golsüz beraberliğe yatma” niyetini caydırma yönteminin benzerini mevcut düzen içinde uygulasak, yani tüm kurallar aynı kalsa bile golsüz beraberlikte taraflara sıfır puan versek (yani varsayalım uzatma falan da yok) bu halde her takım her şart altında gol atmaya mecbur olunca ne olacak?

 

Yukarıda bahsi geçen kedi gibi olacak, çünkü kaybedecek bir şeyi yok ve genelde savunma ağırlıklı oynasa bile gol atmaya mecbur olduğu için çok katı savunma yapamayacak.

 

Tabi ki savunma da futbolun (ve savaşın ve hayatın) bir yönüdür.

Kötü olan ise savunma değil “sadece savunma” yapılmasıdır.

Daha güçlü takımlara karşı -haddini bilerek- savunma ağırlıklı oynadığı halde, hücum fırsatlarını da affetmeyen takımlar ise,

bir taraftan seyir zevkini öldürmez, bir taraftan da daha güçlü takımlara karşı kazanma şansına sahip olurlar ve hatta tarihte benzer bir örneği ne zaman olur bilinmez, Yunanistan bu şekilde şampiyon olmayı bile başarmıştı.

 

C2) Meydan Okumalı Uzatma:

 

Not: Bu C2 biraz karmaşık görünebilir ve daha ileri tarihlere bırakılabilir, ama bence, en azından bazı özel turnuvalarda denense, heyecan ve ilgiye farklı bir boyut getirmesi mümkün.

Gerekçesi aşağıdan (belki?) anlaşılabilir.

 

X ve Y takımları maçında 90 dk eşitlikle biterse;

 

Teknik Direktörler (komutanlar) konuşuyor!

Yani 90 dk sonunda kamera önünde hakem soruyor, onlar söylüyor;

 

i)            X devam derse ve Y de devam derse (“Ya hep ya hiç”);

Uzatmada yada Penaltılar sonucu kazanan toplam 3 puanı alır.


ii)           X tamam derse ve Y de tamam derse (“1 puan cepte”);

Birer puanı ceplerine koyarlar ve

Uzatmada yada Penaltılar sonucu kazanan +1 puanı alır.

      

iii)         X devam derse ve Y tamam derse (“Meydan okumanın ödülü”);

Uzatma olmaz; X -> 2 puan / Y-> 1 puan alır ve evlerine gider.

 

C3) 90 dk’da 3 fark olmadan maç bitmez!

 

Yahu, 1-0 yenene de 3 puan, 5 gol atana da 1 puan!

Böyle bir çarpıklık kimin içine siniyor?

 

Tabi ki puanları sadece gollere endeksleyemeyiz ve bunun mahsurları futbolu “düşünen” hemen herkese malumdur, ama el insaf, bu mahsurlar yüzünden bize bol gol seyrettiren takım ile “1 tane atıp, üstüne yatana” aynı ödülü mü (3 puan) vereceğiz? Tabi ki hayır!

 

“Sadece gol endeksli” puanlamanın “malum mahsurlarını” giderecek ara yollar bulacağız (ki atla deve değil) ama gol üstüne gol atanı, yani futbolu seveni ve sevdireni tabi ki layıkıyla ödüllendireceğiz.

 

Bu bölümde ve bir sonrakinde sunulan öneriler bu çerçevededir.

 

Burada C3’te önerilen yöntemin açıklaması şudur;

 

90 dk’da kaç fark yaparsan, öncelikle o kadar puanı cebine koyarsın. Azami 3 puan tabi.

 

3 fark olmuşsa zaten 90 dk’da maç biter. 90 dk’da 3’ten fazla fark olmuşsa, fazla mal göz çıkarmaz, averaj olur.

 

90 dk’da 1 yada 2 fark yaptıysan; Hemen 3 puanı alıp eve gitmek yok! Öncelikle 1 yada 2 puanı cebine koyarsın ve maçın toplam hakkı olan 3 puandan geriye kalan 2 yada 1 puan (bakiye) için uzatma ve gerekirse penaltılara geçilir. Bakiye puan/ların nasıl kazanılacağı uygulaması muhtelif olabilir, ki bence şöyle mümkün;

 

Diyelim ki 90 dk sonunda X takımı önde, Y geridedir. Uzatma sonunda 90 dk dahil toplam skora bakılır ve hala X önde ise bakiyeyi alır, eğer Y öne geçtiyse sadece bakiyeyi alır, toplam skorda beraberlik varsa penaltılara geçilir ve penaltılarda üstün olan bakiye puan/ları alır.

C4) Puan cetveli bazında öneriler:

 

Yukarıdakiler (C1 – C2 – C3) maç bazında puanlama önerileri idi, ki müstakil seçenekler olarak yada bunların kombinasyonları ele alınarak düşünülebilir. C4 ise, farklı ve bağımsız bir seçenek olarak alınabilir.

 

Şöyle; Gelin daha fazla gol atanı daha fazla ödüllendirme yönünde biraz daha ileri gidelim! Yine yukarıda değindiğimiz gibi, gol farkı bazında ve sınırsız olarak puan verirsek bunun suistimal / haksızlık ve spekülasyona açık olacağı malumdur. Ama bu mahsurları giderecek orta yollar bulabiliyorsak, fazla golü özendirmekten daha tatlı ne olabilir? Şöyle ki;

 

Maç başına misal 5 farktan yukarısını puan olarak saymıyoruz ve aynı zamanda lig boyunca her takımın en farklı kazandığı misal 5 maçı dikkate almayarak kalanlara bakıyoruz.

 

Böylece hücum üzerine hücum yapan, gole doymayan (Barcelona gibi) takımları olabildiğince ödüllendirirken, bir tane atıp üzerine yatmaya kalkışan “adı büyük, ama layıkıyla davranmayan” takımları bu kötü davranıştan caydırıyoruz, diğer taraftan, özellikle ligin sonlarında hedefi kalmayan takımların maçlara asılmaması vs. nedenlerle anormal ve suni farkların oluşmasını ise en farklı (misal 5 maçı) saymayarak ve maç başına da puanı sınırlayarak bertaraf ediyoruz.

 

Özetle, gol farkı kadar puanın suistimal gibi bir mahsuru varsa,

bu mahsurun da bir çözümü olmalıdır, ki “güzel futbol” suistimal ihtimaline kurban edilmemeli, suistimal ortadan kaldırılmalıdır.

 

Not: İlgili farklı bir seçenek ise, hem (+) hem de (-) puanlama uygulanmasıdır. Yani, gol averajı gibi, ancak maç başına belli puan sınırlaması ile, takım yendiğinde (+), yenildiğinde ise (-) puan alabilir ki, ilginç tarafı ligi çok oynak ve heyecanlı hale getirebilir. Haftalar önce şampiyon yada küme düşecek takımlar belli olduğunda ilgi azalırken, bununla son haftaya kadar heyecanın devam etmesi olasıdır.

 

 

D) DESTEKLEYİCİ ÖNERİLER / BAĞIMSIZ HUSUSLAR

 

D1) FUTBOLCU – BONSERVİS BORSASI

 

Açık konuşayım, bu şimdiye kadar neden olmadı ve olamıyor ve hiç olmadıysa tartışılmıyor anlamakta biraz zorlanıyorum. Özellikle TV’cilerden ricam, borsa / yatırım uzmanları / futbol menajerleri / kulüp yöneticilerini bir süreç zarfında davet ederek tartışırsanız ve sonuçta böyle bir şey tesis edilebilirse bunun tüm tarafların çıkarına olacağını, eğer olmazsa da hiç olmazsa sektöre faydalı bir beyin jimnastiği yapılmış olacağını anlatmalarıdır.

 

Günümüzde yatırım araçları bu kadar çeşitlenmişken, futbolcu bonservisleri ciddi meblağlara ulaşmışken, futbola bu kadar ilgi varken, neden küçük yatırımcı gelecek vaat ettiğine inandığı futbolcuya yatırım yapmasın, böylece niçin futbol kulüpleri halka açılan A.Ş.’lerin hisse senedi satarken yaptığına benzer sıfır faizle finansman imkanlarını artırıp daha büyük transferler yapmasın, böylece bonservis sahipliği tabana yayılınca niçin futbolcular daha fazla değer bulmasın, vs. vs. …

 

 

D2) TEKNOLOJİDEN FAYDALANMAMA?

 

Yine açık konuşayım, bu “faydalanmama” olayının da yukarda değindiğimiz “tutucu” yapıyla ilgili olduğu kanaatindeyim ve genelde gösterilen malum gerekçelerin de (*) bence elle tutulur tarafı yok.

 

(*) Güya futbol hatalar oyunu imiş ve hakem hataları –sonradan çok konuşulduğu için- futbolun gündemde kalmasına katkı yapıyormuş, ayrıca anında karar verilmezse işin tadı kaçarmış, vb. gerekçeler.

 

Fakat son dönemde elektronik iletişim teknolojisi futbolda belli oranda kullanılmaya başlandı ve devamı da gelecek gibi.

 

Teknoloji hususuna şimdilik çok kapsamlı girmeden, belki şunları söyleyebiliriz;

 

Misal bugünkü 4. hakem stadyumda ama TV’nin başında otursa ve gol, penaltı, ofsayt gibi hayati kararların sadece tartışmaya açık olduğu hallerde müdahale etmek kaydıyla orta hakeme (halihazırda yan hakemlerle irtibatta kullanılan) telsiz-kulaklıkla öneride bulunsa, ki burada can alıcı nokta şudur; orta hakem her halükarda son sözün sahibidir ve gerek görmezse 4. hakemin önerisini dinlemekten bile imtina edebilir, yani 4. hakem amir değil, “teknolojik-yan hakem” konumunda olacaktır, bunun kime ne zararı olur ki?

 

Bu halde, maçın kesintiye uğramasına asla gerek olmaz, orta hakem sadece tereddütte kaldığı ve gerek gördüğü hallerde 4. hakemin fikrini alarak, kendi hata yapma olasılığını en aza indirirken, hem hakemin eli rahatlar, canı isterse –maç başına en çok birkaç defa- kullanacağı fazladan bir olanağa sahip olur, hem de tarafların mağduriyeti olasılığı azalır.

 

Yani bu uygulamada orta hakemin anında karar vermesini engelleyecek hiçbir unsur yok. Canlı yayını yapan TV birkaç saniye içinde ağır çekim tekrarını yayınlıyor zaten. Bahsettiğimiz 4. Hakem de bunu seyredip, tartışmaya açık bir durum varsa hemen telsiz-kulaklıkla orta hakemi arayacaktır. Buna rağmen, orta hakem kendinden eminse zaten 4. hakemi dinlemesine bile gerek yok.

Ama emin değilse, bu halde dinlemeye fena halde ihtiyacı var.

 

Zaten tartışmalı ve hayati pozisyonlarda futbolcu itirazları nedeniyle maçlar bundan çok daha fazla sürelerle kesintiye uğramakta ve üstelik eğer orta hakem ağır hatalı bir karar vermişse, buna isyan eden futbolcular da bazen haksız yere kart görmekte, daha ötesi hatalı kararın sonucu çok önemliyse, tüm maçın dengesi bozulmakta ve dahi hakem kontrolü elinden kaçırabilmektedir, vs.

 

 

SON SÖZ;

 

Biz sadece futbol seyircisi sıfatıyla ve amatörce olaya bakmaya çalıştık. Yani beklentimiz futbolun coşkusu ve seyir zevki.

 

Gelelim futbolun profesyonel tarafında olanlara.

 

Yani, FIFA / UEFA, Federasyonlar, Kulüpler, TV ve Gazeteler. Eğer teşhis ve tedavi önerilerimizde isabet payı varsa, bunun onlar için +anlamı, daha fazla katılım, derinlik ve maddi getiri demektir. Dolayısıyla bu yönde daha fazla kafa yormaları her şeyden önce kendi menfaatleri icabıdır.

 

Yani diyelim ki, bir sanayi kuruluşu neden “Ar-Ge” departmanına ihtiyaç duyuyorsa, futboldan “ekmek yiyen” çevreler de burada ele alınan hususlara katılsın yada katılmasınlar, futbolun “yükselmesi” için neler yapılabileceğini daimi olarak gündemde tutmalı, sistematik olarak tartışmalı ve hatta bu tartışmalara kamuoyunun katılımını da sağlayacak yöntemler üzerinde düşünmelidirler kanımca.

 

Diğer taraftan, futbolun geniş tabanlı – basit – net – sade kurallı bir oyun olduğunu unutmadan, yani işi fazla çetrefilleştirmenin makul olmayacağının bilinciyle, bu mektupla önerilenlerin yada diğer benzerlerinin, yeterli ölçüde tartışılıp, çoğunlukça benimsendiği oranda kademeli ele alınarak, kısım kısım alt liglerde denenip, uygulanıp, sonuçları görülerek ilerleme kaydedilebileceğini zaten kabul ediyoruz.

 

***

 

Futbolun coşku ve zevkinin artarak, bugünkünden daha fazlasını hak ettiği seviyelere gelmesi yönündeki beklentimiz doğrultusunda, yukarıda bahsedilen hedeflere ulaşmak ümidiyle, sunduğumuz önerilerin kaale alınması ve uygun ortamlarda tartışılması dileğiyle…

 

 

– Bu “mektup” sonra (belki) devam edecek-

 

(Devamına ait notlarım kayboldu, unuttum, yada henüz düşünmedim)

 

 

(Platini’nin e-postasını bilen var mı?)

 

(Bunu Fransızcaya çevirecek gönüllü kahramanlar var mı?)

 

 

 

MEKTUBUN KUYRUĞU VE KUYRUĞUN ÖNSÖZÜ

 

“Bu mektup sonra belki devam edecek” demiştik ve “Son söz”ümüzü de söyledik, böylece esasen mektubumuzu yukarda bitirmiş olduk.

 

Öyleyse burdan sonraki kısım ne oluyor? Şöyle;

Dediğimiz gibi, bu hem (1) “potansiyel mektup”,

hem de (2) “potansiyel kitap” (ve hem de bir potansiyel hiç tabi…) (“HİÇ” OLDUĞU KESİNLEŞTİ – 2015)

 

Hedef kitlesi ise, yine dediğimiz gibi hem (1) futbolun karar odakları, hem de (2) futbol kamuoyu.

 

Görünüşe göre bu, mektup olmak için çok uzun, kitap olmak için ise çok kısa kalıyor. Öyleyse, yukarıda biten mektup halini karar odaklarına gönderelim, şayet ayrıca kitap olacaksa, biraz daha “lafı uzatalım”…

 

Lafı uzatmak derken de, tabi ki laf kalabalığı değil, söyleyecek samimi ve faydalı olacağına inandığımız sözümüz varsa uzatalım, ki bence var. Bunu nerden anlıyorum? Yazdıktan sonra tekrar (ve tekrar ve tekrar) okurken, aslında eklemem gereken, söylemek istediğim çok şey görüyordum, ancak bunlar genelde konunun özünü, yani mektubun asıl amacını ve anlatmak istediği şeyleri genişleten nitelikte değil, daha ziyade ileri sürülen hususlar üzerinde biraz daha sohbet etmek gibi, sohbet ederken biraz daha örneklendirmek gibi, vs…

 

Aslında yukarda biten mektup kısmını da dilim döndüğünce sohbet kıvamında vermeye çalıştım, çünkü, içeriğinde ne kadar ciddi ve iddialı olsam da, kuru ve resmi bir rapor tarzında olmasın, yani okuyana sıkıcı olmasın diye gayret ettim. Gayretimizin sonucu elinizde ve takdir sizin. Tabi asıl hedefimiz takdir görmek değil, iddia ettiğimiz hususlarda hiç olmazsa birilerini (1 yada 2 yada her ikisini) ikna edebilmek. Ama takdir eden de olursa ne ala, takdiri yan cebimize (*) koyalım. Benzer şekilde, bu çaba ve emeğimize karşılık maddi bir beklentimiz de yok, ve yine ama bakınız (*). Böylece bunu potansiyel kitaptan kitaba dönüştürecek yayınevine de bir mesaj vermiş olduk.

Özetle; Mektup + Kuyruğu = Kitap denebilir.

 

Mektup kısmının elektronik versiyonu sanal alemden de edinilebilir, ki ilgili adresler yukarda mevcut. (BURDA YANİ - 2015)  Yani mektup bedava. Kuyruğuyla birlikte ise ücretli, çünkü kitap olunca bunun bir maliyeti oluyor ve bu maliyeti de okuyucuya yıktık tabi. Zaten biz maddi çıkar gözetmeden, yıllarca kafa patlatıp, bir de yazmak için kendimizi paraladık, e bir de maliyetini üstlenirsek, bu kadar ağırlığın altından kalkamazdık nitekim. 

 

Bu “kuyruk” kısmında, yukardaki mektupta yer yer gördüğünüz Romen rakamlarının bulunduğu her bir bölümde değinilen hususların, muhtelif irdeleme ve örneklemeleri aşağıda aynı sırayla sunulmaktadır.

 

Eğer mektup kısmını okuyup da sıkılmadıysanız, galiba sonrasını da okumanız tavsiye edilebilir.

 

 

(I)    Ne demiştik;

 

“Sağlam inancım o ki futbolla ilgili özelde T.C.’de genelde dünyada beklenen, arzu edilen tatminin sağlanamaması, yani çok büyük kitlesel coşku aracı olan futbolun, orantılı düzeyde tatmin sağlayamamasıdır.”

 

T.C. özelinde baktığımızda, değinilen hususla bağlantılı olarak şunu da gözlemliyoruz; “Derbi” denilen maçlar hariç, hele o maçta “büyük” takım hiç yoksa, stadların büyük kısmı boş kalmakta. Bu tabi ki futbol adına üzücü, düşündürücü ve irdelenmeyi gerektiren bir durum. İrdeleyenler de vardır mutlaka, ama biz de ahkam kesmek isteriz.

 

Tabi ki ülkenin ekonomik durumu ve kulüplerin bilet fiyatlandırma politikaları ile de ilgili görünse de, biz şimdilik bu topa girmeyelim.

 

Diğer taraftan, konunun Türkiye futbolundaki temel bir çarpıklıkla ilgili tarafını irdelemeye değer. Bence bahse konu çarpıklık, Türk Halkının çok büyük çoğunluğunun 3 büyük takımın taraftarı olmasıdır. Bunun da Türk futbolunun tarihi gelişimi ve İstanbul’un sosyal yapısıyla ilgili tarafları vardır mutlaka, ancak çarpıklığın giderilmesi yada azaltılması için yapılabilecek şeyler de olabilir.

 

Her şeyden önce, bu durumu neden çarpıklık olarak tanımladığımıza kısaca değinmek gerekirse, doğal olan durum herkesin (olmasa da büyük çoğunluğun) kendi memleketinin takımına taraftar olmasıdır. Memleket derken, kendini ait hissettiği yer nere ise orası, yani doğduğu yada doyduğu yer, vs.. Diğer ülkelere baktığımızda, herhangi bir ülkenin bir büyük takımının yine “uzak” taraftarları olabilir, ama bunlar çok azınlıktadır, yani çoğunluk gayet doğal olarak yerel takımını destekler. (Hatta, bazı “küresel büyük” Avrupalı takımların ta Çin’de bile bazı taraftarları olabilir, ayrı konu ve istisnadır.)

 

Türkiye’de, yukardaki çarpık – kısır döngüyü kıran ilk takım, adeta devrim yaparak Trabzonspor olmuştu ki “4. büyük” ünvanını da bence hakederek almıştır. Devrimin adı da “Karadeniz Fırtınası” idi.

Sonra ise “karşı-devrim” oldu ve yaklaşık 25 yıldır Trabzon o günleri aramakta. Bu durumun irdelemesine de girmeyelim, çünkü konu fazla dağılacak ve zaten irdeleyenler olmuştur, olacaktır.

 

Son yıllarda ise Bursaspor aynı kısır döngüyü kırabildi, ancak devamını getireceği yönünde şahsen bana çok ümit vermiyor, yanılmayı dilerim.

 

Diyeceğim şu ki, değindiğimiz çarpık yapının tarihsel ve sosyal nedenleri olmasının yanısıra, çarpık durum kendi kendini de beslemekte. Çünkü, filan şehrin çocuklarının kendi memleketinin takımına taraftar olabilmesi için bir ümit görmeleri de çok önemli. Yani, ya şampiyon olduğunu yada olma ihtimalini görebilmeleri lazım.

 

Örneğin yaşı çok ileri olan Trabzon’lulardan belli bir kesim İstanbul merkezli 3 büyüklerden birinin taraftarı olabiliyorken (en azından eskiden), “Karadeniz Fırtınası” başladıktan sonra yetişen nesillerde Trabzon taraftarı olmayan hemen hemen hiç yoktur. Bursa’da da benzer emareler görülüyordur herhalde. 

 

Çarpık yapının kendi kendini beslemesi bağlamında, ekonomik boyut da çok önemli ki, 3 büyüklerden biri şampiyon olmadığı takdirde futboldan “ekmek yiyen” çevreler ciddi kayba uğramakta, dolayısıyla bu yönde çok ağır bir baskı kendiliğinden oluşmaktadır. Kanaatimce, aynı çevrelerin arzusuna göre, 3 büyüklerden herhangi biri çok uzun süre şampiyonluktan uzak kalmamalı, başka bir ifadeyle bu 3 takım dönüşümlü olarak şampiyon olmalıdır. Bu döngüyü (döngünün döngüsü) son yıllarda kıran ise Galatasaray olmuştur. Onlar o zaman öyle bir takım olmuştu ki, diğer büyükleri küstürme tehlikesine rağmen 4 yıl üst üste şampiyon olmalarını engellemek imkansız gibi görünüyordu.

 

Tabi bunları anlatırken, niyetimiz komplo teorisi üretip birilerini suçlamak değil. Bunun kimseye faydası da yok ayrıca. Sadece tarafsız gözlem ve olumsuzluklar üzerine fikir yürüterek çıkarım yapmaya çalışıyoruz. Yani bir takım çevreler art niyetle oturup bir şeyleri manupüle ediyor demek için her şeyden önce elimizde somut veri yok, ki bahse konu olumsuzluklar, mevcut çarpık düzende kendiliğinden de ortaya çıkabilir.

 

Kaldı ki, Türkiye’den daha ileri futbol ülkelerinde de, büyük takımların sultasına dayalı bir düzenin mevcut olduğunu az veya çok gözlemliyoruz. Ancak oralarda çarpıklık bu boyutta değil ki, çoğunluk yerel takımını desteklediğinden (ve tabi ekonomik vs. sebeplerle de) stadlar doluyor. Dolayısıyla, bu çarpıklığa ve çözümüne kafa yormak için Türkiye’de daha fazla sebep var diyebiliriz.

 

Bu noktada, mektubumuzun içeriğini unutmadan ve lafı çok uzattığımızı da fark ederek şöyle bir bağlantı kurmak mümkün;

 

Futbolun sağladığı tatmin düzeyi, hak ettiği yukarı seviyelere çekilebilirse (reçetesini yukarda verdik), bunun temel sonuçlarından biri de tabi ki stadların daha fazla dolması olacaktır.

 

Yine biraz haddimizi aşarak felsefe de yaparsak, “kötü” kendini besleme eğiliminde olduğu gibi “iyi” de kendi adına öyledir. Demek ki, futbolun tatmini arttıkça stadlar dolar, stadlar doldukça kulüpler güçlenir, güçlendikçe şampiyon olma şansı yakalar, bunların sayısı arttıkça da büyüklerin sultası sarsılır, daha çok seçenekli, daha çekişmeli ve heyecanlı bir lig olur. Bu durum da futboldan ekmek yiyen çevrelerin aleyhine olmaz herhalde?

 

Tabi ki büyük takımlara karşı bir düşmanlığımız yok. Yine Barcelona örneğine gelelim, böyle futbol oynayan bir takıma kim ne diyebilir ki? Yani bizim tasamız büyük küçük takım ayrımcılığı yada kayırıcılığı yapmak değil, hedefimiz güzel futbol ve tasamız buna engel olan, arızalı gördüğümüz noktaları dürtmek…